24 Kasım 2010 Çarşamba

İSYAN

Çığlıklar sarıyor dört bir yanı
Şahinler dolanıyor leşlerin etrafında
Bir haykırış,
                    bir çığlık,
                                    bir isyan...
Sağır olmuş kulaklar.

Araziler uçsuz bucaksız,
çöl araziler.
Çatlamış toprak gebe olacağı günleri
düşler,
sularla sevişirken doğuracağı fidanları,
küçük fidanların meyve veren ağaçlara
dönüşümünü...
Suyu bekler büyük bir umutla
gelmeyeceğini bilerek.
Bekler yine de toprak,
Kanayan gövdesini suların yıkayacağı
günü.

Gökyüzünü bir grilik kaplamış,
Ne siyah ne beyaz öylece kendi halinde
Bulutlar ilerliyor yavaş yavaş
Ya da bir gezegen ilerliyor
Ölümün sessiz çığlıkları arasına.

Savaş var etrafta!
Kan kokuları yayılıyor buram buram.
Derin bir soluk alıyor nefes borusu,
Bir köşede kusmuk kalıntıları,
Yığılıp kalan, çürümüş et parçaları.
Susturulmuş sözcükler,
Korkulu gözlerle seyrediyorlar olanları.

Dağlar cesareti rehin almış,
Yalan dolanıyor suskun sözcükler de.
Hafif bir esinti yıkıyor dağları,
Bu acı dayanılacak gibi değil,
Dayanılmaz sancılar arasında
Nehirler kan akıyor.

Kuşlar göç ediyor diyarlarından.
Kanadı kırık kuş, annesinin gagasında,
Babasını düşünüyor, bilmediği diyarlarda
Zaman özlemi arttırıyor,
Toprağa bir damla yaş düşüyor.
Daha da umutlanıyor toprak,
Gebe kalacağı günlere dair.
Yağmura hediyeler hazırlıyor,
Anaç duyguları kabarıyor,
Fidanlarını düşlüyor
Düşler büyüyor,
                         büyüyor,
                                        büyüyor...

Bir çığlık yükseliyor bulutlara,
Toprak düşlerinden uyanıyor.
Şaşkın gözlerle gökyüzüne çeviriyor kafasını,
Sonra ellerine bakıyor
Kırmızı!
              Kan kokuyor elleri
Kucağında kanadı kırık kuş yavrusu...

Yağmuru düşleyen toprak, ağlıyor
Hıçkıra,
              hıçkıra.
Yer yarılıyor,
Geride kalanlar umursamazlıkla
Ya da susturulmuşluğun çaresizliğiyle,
Toprağı da yolcu ediyorlar
Sonsuzluğa...

Bir kahkaha duyuluyor ardından,
Toprak ilk defa umarsızca gülüyor;
Geride kalanların gitme vakti geldiğinde,
Ölü bedenlerini kucaklayacak
Kimsenin kalmadığını bilerek.

Nihal KÜÇÜKDÖNMEZ
31.03.1998 Salı / 16.05.2006 Salı
     18:40          /        16:10


0 yorum:

Yorum Gönder

Yaş-lı Çocuk

Burcu ALP ÖZTÜRK'e

Yaşlı bir çocuğum ben

büyüyemedim

hayata karşı

zaman neyi değiştirir ki kardeş

yüreğimin gizinde bulursun

ancak beni

elbet istersen…



Herkese açılmaz dehliz denizlerim

öyle bir coğrafya ki

sabır ister keşfi.

bazen çıkmaz bir labirentte

bulursun kendini

dolanır dolanır aynı noktaya gelirsin

oysa geçtiğin yollarda


bembeyaz kırçiçekleri serilir ayaklarına

görebilirsen tabi…

bakmakla görmek arasındaki fark bu

bakmakta değil

keramet

görebilmekte dehlizi.



Paramparça yüreğimdeki

küçücük

umut ışığı

sımsıcak sarmalar hayatı sevice

dost ki boşa sarf edilecek

sözcük değil

paylaşılmadan yaşamlar

çabalamadan, ırak çorak çöller

aşılmaz


sınırsız okyanusa varılmaz

istersen,

görürsen, yaşarsan

tarihi kalıntılarımdaki çorak coğrafyalarımın

ardındaki sınırsız maviliğe ulaşırsın…

Sonrası bize kalmış!



Asıl

“biz” olabilmekte hayat


paylaşabilmekte solukları güvence

bir

kadeh beyaz şarabın sunduğu keyifte

hüzünlü bir anı’nın bulduğu omuzda


varabilmektir keşf-i diyara…



Kurulan her tümce

yapıtaşlarımızın temelidir.

düşünülerek

oluşturulmalı simetri

milimetrik ölçümlerle kurulu piramitlerin

kimyasını bilemem ama

edebi eserlere ilham kaynağı olmuş

bir

muammadır hala


gizemli bir coğrafya

keşfedildikçe yeni

keşiflere gebe…



yaşlı bir çocuğum ben

büyüyemedim hayata karşı

oysa iç denizlerim öyle kocaman ki

inebilirsen derinlerine


yağmurların ardındaki toprak kokusu

yayılır bedenine

küçücük bir papatya tohumu filizlenir

soluğunla

yetiştirirsin

ve zamanla hayata karşı da büyümüş (?)

yaşı olmayan

yüreğime ekersin…



Sonrası sana kalmış!



Nihal Küçükdönmez

30.09.2005 / Cuma